İçeriğe geç

Salatü Selam Ve Salavatı Şerifeler

Salatü Selam Ve Salavatı Şerifeler

Salatü selam ve salavatı şerifeler.

Hiç şüphe yoktur ki salâtü selâm Peygamberimize tâzim vazifemizi yerine getirmek ve O’nun mübarek şefâatma nâil olmak içindir. Yoksa Peygamberimiz bizim salâtü selâmımıza muhtaç değildir. Çünkü O, ezelden medhe-dilmiş, sevilmiş ve öylece bu âleme getirilmiştir. “Sen olmasaydın ey Hâbi-bim, ben kâinatı halketmezdim!” buyuran Ulu Allah’ın O’na ne üstün derece verdiği kolayca ortaya çıkar. Ahzâb sûresinde Peygamberimiz hakkında şöyle buyuruluyor:

“Şüphesiz ki Allah ve melekleri o peygambere çok salât (ve tekrim) ederler. Ey îman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin.”(1) Ahzab, 56.

Salât, lügat manasına göre duâ, tebrik, temcid ve tâzim manalarına gelir. Cenab-ı Hakkın ve peygamberinin müslümanlar hakkındaki salâtı, onları tezkiye ve İlâhi rahmete mazhar buyurmaktır.

Meleklerin salatı duâ ve istiğfardır. İnsanlarınki de öyledir. Namaza salât denmesi, aslının duâ olmasındandır. (Müfredât-ı Râğıb). Ailah’tan salât, rahmet, meleklerden istiğfar, mü’minlerden hayır duâdır. (Sevvid Şerif). İb-ni Hacer’e göre; Allah’tan peygamberine salâtm manâsı, ziyâde-i rahmettir. Gayrilerine salâtı ise rahmet ve tezkiyedir. Mücâhid’e nazaran, Allah’tan salât, tevfik ve ismet; meleklerden, avn ve nusret; ümmetten ittibâdır.
Bazıları da: “Allah’ın Peygamberine salâtı, onun şerefinin îlâ ve tekrîm, meleklerin salâtı onun mükerremiyetini izhâr, ümmetin salâtı da onun şefâatı-nı talebdir.” demişlerdir.
Külliyât-ı Ebil Bakâ’da şöyle denilmektedir: “Meleklerden salâtm manası af ve esirgemektir. Cenab-ı Hakka nisbet edilince, ya kullarını melekleri nezdinde senâ etmesi demek olur ki, bu, Allahu Teâlâ’nm peygamberlerine salâtının tefsirine daha lâyıktır, yahud kemâli rahmeti manasınadır. Cenab-ı Haktan gayriye nisbet edilince manası hayır ile duâdır.” Seyyid Murtazâ ez-Zebîdî de şöyle der: “Peygambere salât, onun şerefini izhâra ve şanını tâzim ve tekrîme itinâdır.”

Hz. Ali’den şöyle rivayet edilmiştir: “Cenab-ı Hak, ‘Yâ eyyühâ’ nidâsı-nı Resûl-i Ekrem’e has olarak indirmiştir.”
“Allahumme salli alâ Muhammedin, demek: Yâ Allah, Muhammed’in zikrini îlâ, dâvetini galip ve şeriatını dâim kılmak suretiyle onu dünyada aziz ve âhirette şefî’ kıl demektir. Onu ümmeti hakkında şefaatçi kıl; ecrini, derecesini kat kat artır, demektir.” (Ramazan Efendi.)
Hâlim! diyor ki: “Salâtdan murad, Allah’ın emrine imtisâl ve Resûlü Sal-lallâhu aleyhi ve sellemin bizim üzerimizdeki hakkını ödemeye gayret etmek suretiyle Cenâb-ı Hakka yaklaşmaktır.”

Abdüsselâm da şöyle demiştir: “Bizim Peygamber (s.a.v)’e salât etmemiz bizden ona, hâşâ, bir şefaat değildir. Çünkü bizim gibiler öyle bir zât-ı kerîme asla şefâat edemezler. Fakat Cenab-ı Hak bize in’am ve ihsan, iyilikle mukabele etmemizi emir buyurduğu ve Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sel-leme edilen salât ve duâyı aczimize nazaran ve lütfen kâfi gördüğü içindir ki bu vazifemizi îfaya son derece çalışmalıyız.”
Ebu’l Âliye’ye göre: “Cenâb-ı hakkın habîbine salâtı, onu melekleri nezdinde senâ buyurması, meleklerin ona salâtı da kendisine duâ etmeleridir.”

Kadı Ebu Bekir dedi ki: Bu âyet Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sel-leme nâzil olunca, kendisine selâm vermelerini ashabına emretti. Onlardan sonra gelenler de gerek Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyâret, gerek ism-i âlîleri anıldığı zaman ona selâm vermekle me’mur olmuşlardır.

Bu selâmın manasında üç vecih vardır:
1-    “Her türlü noksan ve kabahatlardan ve âfetlerden selâmet sana ve beraberinde bulunanlara olsun.” Bu suretle selâm masdar olur.
2-    “Selâm seni hırz ve siyânete, ikrâm ve inâyete dâim, kâim ve kefil olsun.” Bu suretle selâm Allah Teâlâ’nın esmâi hüsnâsından olur ki “Selâmet veren zât-ı celle ve âlâ” demek olur. Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin içinde bundan başka masdar yoktur.
3-    “Selâm” Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e müsâlemet ve inkıyâd manasınadır ki, “Teslim” de budur. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:

“Hayır, Rabbine arıdolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar. ”(2) (Nisa, 65.)
İmam-ı Râgıb der ki: “Selâm, selâmet; dış ve iç âfetlerden uzak olmaktır. Allahu Teâlâ’ya “Selâm” denilmesi kendisine lâyık olmayan şeylerden sâlim ve münezzeh bulunmasındandır.
Peygamberimize, zaman ve vakit tâyin etmeksizin icmâlen salât etmek farzdır. Çünkü Cenab-ı Hak O’na salât etmemizi Kur’an’da yukarıdaki âyette emretmiştir. İmamların çoğu bu emri vücuba hamlediyorlar. Bıinda ise icmâ vardır. Kadı Ebu bekir diyor ki: “Allah Teâlâ bütün halkına peygamberi üzerine salât etmelerini ve teslimiyetle selâm getirmelerini farz kılmış ve bu farzın ifasmı muayyen bir vakte hasretmemiştir. Binaenaleyh, kişinin ona salât ve selâmı çok yapması bunu terk etmemesi vacibdir.”

İmam-ı Mâlik ve ashabı ile bir çok ehli ilme göre Peygamberimize tam bir samimi imân ile, vakit ve miktar da tâyin edilmeksizin ve namaza da münhasır olmaksızın, salât etmek farzdır. Kim ömründe bu suretle velev bir kere salât ederse zimmetinden farz sâkıt olur.

İmam-ı Şâfiî ve ashabına göre ise Cenab-ı Hakkın Resûlü için emir ve farz kıldığı salât, namazdaki teşehhüdden sonra okunan salâttır.

Bu hususta söylenecek daha bir çok izahlar mevcuttur. Fakat biz bu konuyu burada bağlayıp, bir kaç hadis-i şerifin mâlini arzedeceğiz. Salât ve selâm getirmenin ne kadar önem taşıdığı hususunda bir nebze olsun, okurlarımıza fikir vermiş olacağız. Peygambere hürmet vazifesini ifa etmek için getirilen salâtü selâmların mâna ve değer itibariyle şerefleri çok büyüktür. Bunlardan bir kaç nümuneyi ise aşağıda sıralayacağız:

“Duâ eden kimse Peygambere salât etmedikçe duası perdelenir dergâh-ı icabete vâsıl olmaz.”(3)

“Sizden biriniz Allah ’tan bir dilekte bulunduğu zaman evvela ona, şânı-na lâyık tarzda hamdü senâ etsin. Sonra peygambere salavât getirsin. Çünkü bu suretle arzusuna daha kolay kavuşur.”(4)

“Beni (hayvana ve sâireye) binen adamın su kabına benzetmeyin. Zira binecek kimse (evvelâ) kabını doldurur, sonra onu (yanına) koyar. Yükünü de kaldırıp sarar, su içeceği vakit o kabdan içer. Yahud abdest alacağı zaman abdestini alır ve illâ buna ihtiyacı kalmazsa onu döker. Fakat duânın evvelinde de, ortasında da, sonunda da benim ismimi okumalıdır.”(5)

“Her duânın gökyüzüne çıkması men edilir, fakat o duâda salât ve selâm varsa, icâbet makamına ulaşır.”(6)

“Yanında ben anıldığı halde üzerime salât etmeyen kişinin burnu yere sürünsün!”(7)

“Kim bana bir kere salât ederse Allah ona on salât eder. Onun on günahını siler, onun on kat derecesini artırır.”(8)

“Cebrâil ile karşılaştığımda bana şöyle dedi: Sana müjde ederim, Allah diyor ki: Kim sana selâm verirse ben ona selâm veririm. Kim sana salât getirirse ben ona salât getiririm.”(9)

“İnsanların bana en yakını, bana en çok salavât getirendir. ”(10)
3.    Taberânî, İbni Mes’ûd    (r.a)’dan.
4.    Taberânî, tbni Mes’ûd    (r.a)’dan.
5.    Taberânî.
6.    Tirmizî.
7.    Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir.
8.    Beyhakî.
9.    Hâkim, Beyhakî.
10.    Tirmizî, İbni Hibbân.

lbni Übeyy bin Kâb (r.a.) Resûlullah’a dedi ki: “Yâ Resûlullah, ben senin üzerine çok salavât getiriyorum. Buna vaktimin ne kadarını tahsis edeyim?” “Dilediğin kadarını, “buyurdu. Yine sordu: “Dörtte biri nasıl?” Resûlullah buyurdu: “Dilediğin kadar yap. Artırırsan senin için daha hayırlıdır.” Yine sordu: “Üçte biri olsa?” “Dilediğin kadar yap, artırırsan senin için daha hayırlıdır, “buyurdu. Yine: “Yarısı olsa?” diye sordu. “Dilediğin kadar yap, artırırsan senin için daha hayırlıdır. “ diye buyurdu. Tekrar dedi ki: “Bütün vakitlerimde sana salâtü selât getirsem olur mu?” Hz. Peygamber: “Bu takdirde yeter. Günahın yarlığanır.” diye buyurdu.(11)

“Her cimriden daha cimri olan adam ben yanında anılıp da üzerime sa-lât getirmiyendir.,(12)

“Hangi bir zümre bir mecliste oturup da Allah ’ı anmadan, bana da sa-lât getirmeden dağılırsa üstlerine Allah’tan bir hasret çöker. Dilerse onları azablardan yarlığar. “(13)

“Kim bana salât getirmeyi unutursa, ona cennetin yolu unutturulur. ”(14)

“Kim kabrimin yanında bana salât ederse ben onu işitirim. Kim uzakta bulunarak üzerime salât getirirse o bana ulaştırılır. ”(15)

“Allah ’ın yeryüzünde seyahat eden melekleri vardır ki onlar, ümmetimden bana selâm tebliğ ederler.(16)

“Cuma günü benim üzerime salâtü selâmı çoğaltın. Zira sizin salâtınız bana o gün arzolunur.(17)

Resûlullah Efendimiz üzerine getirilen salâtü selâmlar çok çeşitlidir. Biz burada bir tanesini manası çok şümüllû olması bakımından yazıyoruz:

(Allahumme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Mühammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin bi adedi ilmike.) (18)

(18) Haşan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakim ve Meâl-i Kerîm, c. 3, s. 753-754.

Yaptığımız izahtan anlaşılıyor ki, Resûlullah’a salâtü selâm getirmek, O’-nun şamm yüceltmek ve O’nunla Allah’a yaklaşmaktır. Çünkü Resûlullah, Allah ile kullar arasında bir vasıtadır. Bu vasıtaya şükretmek ve medhü senâ-sını yapıp duâsmda bulunmak vâcibdir. Hadis-i şerifte: “İnsanlara şükretmeyen Rabbine şükretmez. ” buyurulmuştur.

İnsanlar üstü insan olan yüce Muhammed Mustafa’ya şükretmek, ancak O’na tâzim ve tekrim etmek suretiyle ve bol bol salâtü selâm okumak suretiyle olacaktır. Resûlullah’ın şânı yücedir. “Allah ile benim aramda bir vakit vardır. ” buyurması buna işarettir. Yani derecesinin âli olduğuna alâmettir. “Ben Peygamber iken Âdem çamur ile su arasında idi. ” hadis-i şerifi de bu manayı canlandırmaktadır.

Salât, bâtına; selâm da zâhire işaret olduğu rivayet edilmektedir. Onun için yalnız salâtla kalmamalı, hem salât ve hem de selâmla Resûlullah’ı taltif etmeliyiz. Çünkü Kur’an’da Ulu Allah, bize: “Hem salât ve hem de selâm” getirmemizi emrediyor. İhsanın tam olması gerekiyor. Kur’ân: “Sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ.” buyuruyor.

İsmail Hakkı Hazretleri bu hususta şöyle diyor: “Salât ismi ismi zâhire, selâm ise ismi bâtına râci’dir. Çünkü salât, Cenab-ı Hakk’ın mahsus bir rahmetidir. Birinden cesed hazzediyor, diğerinden de ruh nasibini alıyor. Onun için Peygamberimiz, kabr-i şeriflerinde hâlen diridir. O’na getirilen salâtü selâmları memnuniyetle alıyor. Öyle ise salâtü selâmın beraberce söylenmesinin hikmeti ortaya çıkmış oluyor. “Ve hüve hayyün fîkabrihi” dediklerinin manası ortaya çıkıyor. Yâni “Resûlullah kabrinde canlıdır.” denilmesi bu esasa dayanıyor.

Peygamberimizin hem cesedine ve hem de ruhuna tâzim etmek üzere salâtü selâm getiriliyor. O’nun mübarek cesedini her çeşit taarruzdan korumak bizim vazifemizdir. Çok defa o mübareğin cesedi alınmak istenmiştir. Fakat Allah onlara fırsat vermemiş ve durumu rüya ile olsa dahi kullarına bildirmiş ve Habibini hayatta olduğu gibi, ölümünden sonra da korumuştur. Bir zaman evvel yahudilerin bu husustaki çirkin gayretleri başarıya ulaşamamıştır. Kıyamete kadar da ulaşamayacaktır.

İşte bizim ehl-i İslâm olarak okuduğumuz salâtü selâmlar O’nun hem şâ-nım yüceltmek, hem de müberek cesedini her türlü tecavüzden korumak ve O’nun sonsuz şefâatma ulaşmak içindir, öyle ise O’ndan uzak olmak bizi ebedî hüsrana sevkeder, O’na bol bol salâtü selâm okumak nura gark olmak içindir.”

Şimdi aşağıda bir kaç salâtü selâm nümuneleri yazacağız. Hem manaları derin ve hem de lâfızları çok şümullüdür. Sevgili okuyucularım, bunlara devam etmek suretiyle âhiretlerini inşaallah garanti altına alacaklardır:

Kategori:Salavatı Şerifeler

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.