İçeriğe geç

İnşirah Suresi 2. ve 3. Ayet – Okunuşu, Meali ve Tefsiri

94-2 94-3

İngilizce Meali:
2. And relieve you of the burden –
3. Which had broken your back?

Meali :

Elmalılı-orijinal 94:2
Ve indirmedik mi senden o bârını?
Elmalılı-orijinal 94:3
Ki zâr etmişti bütün zahrını?

Elmalılı 94:2
Senden yükünü indirmedik mi?
Elmalılı 94:3
O senin sırtını ezen yükü.

DiyanetMeali 94:2-3
Belini büken yükünü üzerinden almadık mı?

DiyanetVakfı 94:2
Yükünü senden alıp atmadık mı?
DiyanetVakfı 94:3
O senin belini büken yükü .

Ömer.N.Bilmen 94:2-3
Ve senden yükünü indirmedik mi? Öyle ki, senin sırtına pek ağırlık vermişti.

İbni Kesir 94:2
Yükünü üzerinden atmadık mı?
İbni Kesir 94:3
Ki o senin belini bükmüştü.

Besirul Kur’an Tefsiri:

2-3. “Senin belini büken yükünü üzerinden almadık mı?”

         Bir de senin sırtından yükünü almadık mı? Ki o yük senin belini çatır çatır çatırdatmış, sırtını gıcırdatmış, belini bükmüş, bel kemiklerini gevşetmiş, sırtını zayıflatmış, sırtını ezmişti.

Rabbimizin indirdiği bu yük konusunda bazı müfessirler demişler ki, efendim Allah’ın Resûlü nübüvvet öncesi bir kısım günahlar işlemişti, bazı hataları olmuştu da peygamberlik sonrası işte bunların hacâleti altında, üzüntüsü içinde bulunuyordu da Rabbimiz onları indirdiğini, bağışladığını anlatıyor demişler. Yani buradaki Rabbimizin indirdiği vizr kelimesini günah olarak anlamışlar. İşte nübüvvet öncesi işlediği bu günahlarından ötürü Allah’ın Resûlü çok üzülüyor, çok sıkılıyordu da Allah bunları affetti, onun omuzundan onları indirdi demişlerdir.

Bu çok yanlış bir anlayıştır. Zira Rasûlullah Efendimizin hayatı Peygamberliğinden önce de tertemizdi. Allah’ın Resûlü Kureyş’in gözlerinin önünde doğup büyümüştü. Çocukluğu, gençliği onların arasında geçmişti. Çocukluğundan beri onun hayatına muttali olan, tüm geçmişini bilen Kureyş ona bir tek günah bile isnat edememiştir. Eğer böyle bir fiyaskosunu bilselerdi bunu ayyuka çıkarırlardı. Seni şöyle şöyle yaparken görmedik mi ey Peygamber? Seni falan zaman şu şu günahları işlerken yakalamadık mı? Şimdi böyle bir geçmişin sahibi olarak bize neler söylüyorsun? derlerdi. Ama Rasûlullah Efendimizin can düşmanları olan Kureyş müşrikleri zerre kadar bu konuda ona bir şey isnat edememişlerdir. Rabbimiz da Yunus sûresinde Rasûlullah Efendimizin Nübüvvet öncesi hayatının temizliğine şehadet etmektedir:

         “Ey Muhammed, de ki: “Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?”

         (Yunus 16)

De ki ey peygamberim: “Eğer Allah dileseydi ben bunu size okumazdım. Allah dileseydi ben bunu size duyurmazdım. Allah dileseydi bu Kur’an’ı size bildirmez ve öğretmezdim. Size risâletten söz etmezdim. Muhakkak siz de biliyorsunuz ki ben daha önce aranızda bir ömür boyu yaşadım. Çocukluğum, gençliğim aranızda geçti. Bundan önceki hayatımı biliyor ve tanıyorsunuz. Bundan önce size bu tür şeylerden bahsettiğim oldu mu? Daha önce din, iman, kitap, vahiy gibi şeylerden hiç söz ettim mi? Düşünmüyor musunuz?

Veya daha önce benden utanacağım bir davranışa şahit oldunuz mu? Akıllarınızı kullanmıyor musunuz? Gerçekten de Allah’ın Resûlünün risâlet öncesi kırk yılı onların arasında geçmişti. Bu dönem içinde senelerce Allah’ın Resûlü’nün Allah bana vahyediyor, bana vahiy geliyor dediği hiç görülmemiştir, duyulmamıştır. Ne göklerden, ne Allah’tan, ne gaybdan, ne cennetten, ne cehennemden, ne dirilişten, ne hesaptan, kitaptan, ne geçmişten, ne gelecekten bir gün bile olsun tek kelime söz söylememiştir. Çocukluğundan itibaren herkesin sevip saydığı çok iyi bir insandı, ama kendisine Rabbi tarafından vahiy gelene kadar toplumun yönünü belirleyecek, uçuruma doğru giden toplumunu kurtuluşa götürecek bir bilgisi olmadığı için de hiçbir şey diyemiyordu.

İşte Rabbimiz buyurur ki, kırk yıl sizin aranızda büyümüş, bun-dan önce bu konularda size tek kelime bile söylememiş, hayatında yüz kızartıcı, başını önüne eğdirecek bir tek fiyaskosu olmamış bir peygamberin bu geçmişi onun peygamberliğinin en büyük delilidir diyerek o insanları bu konuda düşünmeye çağırıyordu. Diyordu ki, ne gördünüz onda? Hangi günahına, hangi yüz kızartıcı durumuna muttali oldunuz?

İnsanlar onun böyle bir şeyine şahit olamadıkları gibi Allah’ın Resûlü tenhada da günah işleyecek bir yapıda değildi. Kaldı ki eğer tüm Kureyş’i atlatıp onların göremeyeceği bir tenhada günah işlemiş te onun sıkıntısı altında olmuş olsaydı, o zaman bu günahı asla Allah’tan gizli kalmayacağı için Rabbimiz onun önceki hayatının temizliğine şehadette bulunmazdı. Eğer Allah’ın Resûlü tüm insanları atlatarak gizlice günah işleyen birisi olsaydı elbette Allah onu savunup insanlığa örnek yapmazdı.

Öyleyse buradaki vizr günah değildir. Bu vizr ağır yük demektir. Bunu şöyle anlamaya çalışıyoruz:

1. Sûrenin önceki bölümünde de zikrettiğimiz gibi Allah’ın Resûlü kavmini, Mekke toplumunu koyu bir cehalet içinde gördükçe çok üzülüyordu. İnsanlar cansız putlara tapınıyor, şirk adam boyu yükselmiş, ahlâksızlık ve fuhuş toplumu boğacak hale gelmiş, kuvvetliler zayıfları eziyor, kız çocukları diri diri topraklara gömülüyor, toplum ya-ratıcılarından habersiz süratle cehenneme doğru yuvarlanıyordu. Bütün bu durumları gören Allah’ın Resûlü çok üzülüyordu. Bu korkunç fesadın önünü alabilecek bir çare, bir yol bilemiyor, bulamıyordu. İşte bu çaresizlik onun belini büküyor, sırtını çatırdatıyordu. İşte Rabbimiz de ona bir kitap, bir şeriat indirerek yol gösterdi ve sırtındaki o yükü indiriverdi.

Veya meselâ önceleri Allah’ın Resûlü bu dinin hâkimiyetinin, bu dinin yayılmasının sorumluluğunu kendi omuzlarında hissediyor ve bunun derdiyle beli bükülüyordu da daha sonra gelen âyetlerle Rab-bimiz bu dinin hâkimiyetinin, bu dinin yayılmasının  bizzat kendisine ait olduğunu, Peygamberinin böyle bir sorumluluğunun olmadığını anlatarak Rasûlullah Efendimizin omuzlarındaki yüklerini indiriyordu.

Veya yine daha önce de ifade ettiğimiz gibi Allah’ın Resûlü kendisine gelen âyetleri ezberlemeye çalışıyordu. Bunun sorumluluğunun kendisine ait olduğunu zannediyor ve bunu kendisine dert ediniyordu. Bunu sırtında bir yük ve sorumluluk biliyordu da, Rabbimiz gönderdiği daha önce okuduğum âyetleriyle: “Peygamberim! Sen yo-rulma! Sen bunu dert edinme! Gelen âyetleri, sûreleri ezberleyeceğim diye dilini hareket ettirip durma! Sen nötr ol! Sen Bizim elçimizin oku-yuşuna tabi ol! Şunu kesinlikle bilesin ki Biz sana okuyacağız ve sen öğrenmiş olacak ve asla unutmayacaksın! Biz onu, o Kur’an’ı senin beynine kazıyacak, kalbine nakşedeceğiz!” buyurarak onun bir yükünü daha indiriyordu.

Bir de Allah sevgilisine onun yükünü hafifletecek, onun derdini ve dâvâsını paylaşacak arkadaşlar, dostlar, sahâbeler verdi. İnananlar verdi Rabbimiz ona. O kadar ki, onun dâvâsı uğruna kendi çocuklarından, çoluklarından, mallarından, mülklerinden, doğup büyüdükleri öz vatanlarından bile vazgeçebilecek kadar sevgilinin yoluna baş koyabilecek sevgililer verdi. Bu kadar çok ve samimi havari hiçbir peygambere nasip olmamıştı. İşte Rabbimiz onun yükünü omuzlayacak, onun yükünü ve dâvâsını paylaşacak bu sahâbeleriyle omuzlarındaki ağırlığı indirip hafifletiverdi.

Meselâ Hz. Îsâ (as)’ın tüm havarilerinin adedi on bir kişiydi. Bunlardan biri de isyan edip Hz. Îsâ (as)’yı ele vermeye teşebbüs et-mişti. Şimdi onun yanında bir de Rasûlullah Efendimize verilenleri dü-şünün.

Daha önce hiç kimseye nasip olmayacak biçimde Rabbimiz Peygamberine yardımcılar verdi. İşte bu cemaat, bu ümmet, bir Peygamberin yükünü hafifleten, derdini ve sorumluluğunu paylaşan en büyük destektir.

Şunu göz ardı etmeyelim ki eğer bizler de Rasûlullah Efendimiz kadar bu mübarek yükü çekmeyi iliklerimize kadar hissedersek elbette Allah bize de yardımcılar gönderecektir. Bizim sorumluluk an-layışımız, bunu dert bilişimiz bu kadarmış ki Allah bu kadar yardımcı göndermiş. İşte Peygamberin yükünün indirilmesini böyle anlıyoruz. Allah bizi de aynı şuura erdirsin de o şuurumuz sonucunda bize de yardımcılar göndersin inşallah.

Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri:

2. Ve senden yükünü indirmedik mi?.

2.    (Ve) Ey Son Peygamber!, (senden yükünü indirmedik mi?.) Yâni: Peygamberlik vazifesini yapma hususundaki zorlukları gidererek seni kolaylıklara eriştirdik, tam bir muvaffakiyetle o pek mühim, yüce vazifeni yerine getirmeye güç yetiriyorsun.

3.  Öyle ki, senin sırtına pek ağırlık vermişti.

3.        (Öyle ki:) O üzerine almış olduğun peygamberlik görevi, o manevî yük (Senin sırtına pek ağırlık vermişti.» sonra ilâhî bir yardım olarak o ağırlığı duymaz oldun, o lan sî vazifeyi tam bir kolaylıkla yapmaya muvaffak bulundun.

Evet Yüce Peygamber, risâletin başlangıcında ne kadar heyecanlar içinde kalmıştı, halka dini hükümleri bildirmeğe çalışıyordu. Bir takım inkarcıların hâllerinden dolayı pek üzüntülü bulunuyordu, fakat Cenab-ı Hak, o mübarek Peygamberine manevî bir güç ihsan buyurdu, artık risâlet vazifesini manevî bir zevk ile yapmaya devam ederek bir nice muvaffakiyetlere nail oldu.

“Inkaz” siklet, ağırlık vermek, yükün sırta ağırlık vererek kemikleri gizlice çatırdamaya getirmesi demektir.

Kategori:Tefsir

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.